7 Mart 2015 Cumartesi
28 Şubat 2015 Cumartesi
Dünya’nın İlk Mikroorganizma Müzesi Micropia!
Albüm:
Dünya’nın
İlk Mikroorganizma Müzesi Micropia!
Micropia,
Dünya’nın ilk mikroorganizma müzesi olarak “Görünmezi Gösterir” sloganıyla mikroskop
altındaki yaşama ışık tutuyor, vücudumuzda yaşayan bakterilerden kullandığımız eşyalara
kadar her türlü nesnede bulunan canlılığı ziyaretçilerine sunuyor.
Micropia'nın girişi ve ilk katı
Micropia
Müzesi, geçtiğimiz Ekim ayında Amsterdam’da yaklaşık 10 Milyon Euro maliyetle
bir hayvanat bahçesinin bünyesinde açılmıştı. Peki müzede neler var?
Müzeye
ilk girdiğinizde sizi tıpkı bilimsel bir laboratuvara benzeyen, mikroskoplar ve
deney araçlarla dolu karartılmış bir salon karşılıyor. Burada oldukça ilginç uygulamalar
da var. Örneğin bir vücut tarayıcısıyla vücudunuz hangi bölgesinde hangi tür
bakterilerin yaşadığını görebiliyor, bir öpüşme esnasında ne kadar bakterinizi
karşı tarafa “bulaştırdığınızı” sayabiliyorsunuz. Ayrıca evimizde her gün
oldukça steril olduklarını düşünüp kullandığımız pek çok araç gerecin üzerinde ya
da yediğimiz yiyeceklerle birlikte yaşayan mikroorganizmaları da
görebiliyorsunuz.
Micropia'da mikroorganizmalarla oldukça farklı şekillerde çalışabiliyorsunuz.
Müzede
yalnızca bakterileri değil, fungiler, virüs ve alglere kadar pek çok çeşit
mikroorganizmayı inceleme şansını elde ediyorsunuz. Bu incelemeler sırasında
hangi mikroorganizmanın günlük yaşamımızda hangi fonksiyonu yerine getirdiğini
araştırıp bu mikroorganizmaların yaşam için ne kadar gerekli olduğunu
hissedebiliyorsunuz.
Micropia'da ayrıca mikroorganizma sergisini gezebilirsiniz.
Müzenin
bir de web sitesi var, ziyaret etmek
isteyenler ya da mikrobiyolojik çalışmalarla ilgili çalışmaları takip etmek
isteyenler için oldukça dinamik, güncel ve renkli bir içerik sunuyor.
Kaynak:
1. Euronews
3. Micropia
12 Şubat 2015 Perşembe
Ebola Virüsü Hakkında İlginç Bilgiler
Albüm: Nasıldır? (Tıpla İlgili Geriye Kalan Her Şey)
Ebola Virüsü Hakkında İlginç Bilgiler
Ebola Virüsü Hakkında İlginç Bilgiler
Ebola virüsünün elektron mikroskobundaki görüntüsü
1.
Mikrobiyolojide virüsler, taşıdıkları
genomun artı veya eksi iplikli olmalarına göre ayrılabilirler. Ebola virüsü,
eksi iplikli RNA taşır; ayrıca viral zarfa ve matrixe sahiptir.
2.
Ebola, ilk kez 1976 yılında Sudan ve
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde eş zamanlı olarak başlayan iki salgında
görülmüş ve tanınmıştır. Bu salgınlarda her iki ülkede toplam 431 kişi hayatını
kaybetmiştir.
3.
Ebola virüsünün neden olduğu bu
salgınlarda, ölüm oranı yaklaşık %90’dır.
4.
Ebola virüsü hava yoluyla bulaşan bir
hastalık etmeni değildir. Ebola virüsü, insanlara yabani hayvanlarla temas
yoluyla ya da hastalığa sahip insanlarla direk temas sonucu yayılabilmektedir.
5.
Ebola virüsünün laboratuvardaki ilk
görüntüsü 1976 yılında 160000x büyütmeli olarak kaydedilmiştir.
6.
Ebola virüsünün bilinen 5 suşu vardır.
Suş, mikrobiyolojide aynı bakteri veya virüs türünün farklı genetik yapı
gösteren alttürleri ya da gruplarına verilen isimdir. Suşlar arasında
morfolojik, fizyolojik ve ilaçlara karşı direnç yönlerinden farklılıklar
gözlenebilir: Ebola virüsünün suşları şu şekildedir:
-
Ebola Gabon
-
Ebola Reston
-
Ebola Zaire
-
Ebola Sudan
-
Ebola Ivory Coast
Bu
suşlardan dört tanesi insan ve diğer hayvanlarda ölümcül hastalık etmenidir,
sadece Reston virüsü insanlarda hastalık oluşturmayıp bazı hayvanlarda
hastalığa neden olabilmektedir. Ebola Zaire, ilk keşfedilen Ebola virüsüdür, bu
nedenle Zaire ebolavirus olarak
isimlendirilmiştir.
7.
Tipik olarak virüs vücuda girdikten
yaklaşık 8-10 gün sonra ilk semptomlar görülmeye başlamaktadır. Ancak virüsün
kuluçka süresi 3 haftaya dek uzayabilmektedir.
8.
Ebola, ölüm oranı en yüksek
hastalıkların başında geldiğinden, Ebola virüsü Dünya Sağlık Örgütü tarafından biyolojik
ajanların listelendiği potansiyel tehlike içeren mikroorganizma grupları
içerisine dahil edilmiştir.
Kaynaklar
11 Şubat 2015 Çarşamba
Antibiyotiğe Dirençli En Tehlikeli 10 Bakteri
Antimikrobik
rezistans, hastalık ve enfeksiyon nedeni olan mikroorganizmaların, bu
hastalıkları önleyici çeşitli ilaç ve tedavi yöntemlerine karşı
geliştirdikleri, kendilerini koruma ve nesillerini devam ettirme amaçlı
dirençtir. Bakteriler de bu tip mikroorganizmalar olarak kendilerini korumak
için bu tip bir direnç geliştirebilirler. Örneğin, bakterilere karşı kullanılan
en etkili savunma yöntemlerinden biri olan antibiyotiklere karşı bakteriler bir
çeşit direnç kazanırlar. Buna antibiyotik rezistansı denilmektedir.
Aşağıdaki
liste, bu şekilde direnç kazanmış bakterileri göstermektedir. Bu bakteriler
günümüzde insanlar için tehdit unsuru oluşturmaktadır.
Escherichia
coli (E. coli)
İlk
kez tanındığı yıl: 1895
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: İshâl, İdrar Yolu Enfeksiyonu, Menenjit
Antibiyotik
Direnci: Yüksek
Virülans:
Endişe Verici
Aslında
pek çok E. coli bakterisi insanlar
için zararsız ve sindirim sisteminde herhangi bir rahatsızlığa sebep olmadan
yaşayabilmektedir. Ancak bazı çeşitleri çok ciddi rahatsızlıklara neden olmakta;
menenjit ve enfeksiyonlara neden olduğu kadar besin zehirlenmelerinde de etkili
olabilmektedir. E. coli
bakterilerinin bazılarında antibiyotiklere karşı direnç geliştiği gözlenmiştir.
Bilinçsiz antibiyotik tüketiminin bu
bakterilerin dirençlerini artırabileceği ve hastalık yapma potansiyellerinin
yükselebileceği belirtilmektedir.
Acinetobacter
baumannii
İlk
kez tanındığı yıl: 1911
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Zatürree, Menenjit, İdrar Yolu Enfeksiyonu
Antibiyotik
Direnci: Yüksek
Virülans:
Endişe Verici
Bu
bakteri türü birçok antibiyotiğe karşı dirençli hâle geldi ve şu anda en zor
şartlarda dahi hayatta kalabilecek özelliklere sahip olduğu belirtiliyor. Bu
nedenle bağışıklık sistemi güçlü olmayan hastalarda bu bakterilerle mücadele
etmenin oldukça zor olduğu söyleniyor.
Staphylococcus
aureus (MRSA)
İlk
kez tanındığı yıl: 1884
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Nekrotizan fasiit (Et Yiyen Bakteri Hastalığı),
Antibiyotik
Direnci: Orta
Virülans:
Tehlikeli
Sıklıkla
MRSA olarak bilinen (metisilin direncine vurgu yapmak üzere) bu bakteri türü,
insanlar arasındaki fiziksel temasla çok kolay yayılabilir ve özellikle deride
ölümcül olabilen bazı hastalıklara neden olabilir. Sıklıkla penisilin türevi
antibiyotiklerle engellenmeye çalışıldığından 1960 yılına kadar hasta
örneklerindeki bakterilerin % 80 gibi bir miktarının antibiyotiklere direnç
kazandığı bilinmektedir. Bu yıldan itibaren bakterinin direncinin bir miktar
arttığı söylenmektedir.
Mycobacterium
tuberculosis
İlk
kez tanındığı yıl: 1882
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Verem (Tüberküloz)
Antibiyotik
Direnci: Orta
Virülans:
Ölümcül
Verem
hastalığı, yıllarca farklı isimlerle farklı dönemlerde anılmış, tarihte çok
önemli salgınlar sonucu ölümlere neden olmuş, yaklaşık 9000 bin yıl önce dahi
varlığı bilinen çok eski ve ölümcül bir hastalıktır. M.Ö 1300 yıllarında Mısır
kraliçesi Nefertiti’nin veremden öldüğüne inanılmaktadır. Hastalığın görülme
sıklığı genel olarak düşmekle birlikte, neden olan mikobakterinin antibiyotik
direncinin özellikle son 20 yılda arttığı düşünülmektedir.
Neisseria
gonorrhoeae
İlk
Kez Tanındığı Yıl: 1885
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Belsoğukluğu (Gonore)
Antibiyotik
Direnci: Orta
Virülans:
Endişe Verici
Belsoğukluğu,
cinsel temasla bulaşan ve hem kadınlarda hem erkeklerde üreme bölgelerinde
enfeksiyona neden olan tehlikeli bir hastalıktır. Bu hastalığa neden olan
bakterinin 50 yıl boyunca antibiyotiklere direnç kazanacak şekilde evrimleştiği
gösterilmiştir. Bu nedenle hastalığın tedavisinde çok kez farklı antibiyotikler
kullanılmıştır.
Klebsiella
pneumoniae
İlk
Kez Tanındığı Yıl: 1886
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Akciğer hastalıkları, Zatürree
Antibiyotik
Direnci: Orta
Virülans:
Endişe Verici
Bu
bakterinin birçok enfeksiyona neden olduğu ve antibiyotiklere karşı önemli bir
direnç kazandığı kanıtlanmıştır. Çoğunlukla orta yaşlı ve bağışıklık sistemi
güçlü olmayan erkek bireylerde tehlike yaratmakta ve oportünist özelliği ortaya
çıkmaktadır. Oportünist bakteriler, normal şartlarda hastalık etkeni olmadan,
yaşadığı konağın bağışıklık sistemi zayıfladığında farklı bölgelerde farklı
şekillerde hastalık meydana getirebilen bakterilerdir.
Pseudomonas
aeruginas
İlk
Kez Tanındığı Yıl: 1872
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Zatürree, Çeşitli Enfeksiyonlar
Antibiyotik
Direnci: Orta
Virülans:
Endişe Verici
Hızlı
mutasyona uğrayabilme yeteneği, farklı koşullara kolay uyum sağlayabilmesi ve
antibiyotik tedavilerine karşı sıklıkla direnç kazanması, bu bakteriyi önemli
kılmaktadır. Bu bakteri AIDS, Kanser ve sistik fibrozis gibi ölümcül
hastalıklara sahip bireylerde ciddi komplikasyonlara neden olmakta, bu nedenle “oportünist”
olarak nitelendirilmektedir. Bu bakteriyle mücadelenin zor olması, önümüzdeki
yıllarda hastalıklarla mücadele noktasında insanlık için önemli bir tehdit
unsuru oluşturmaktadır.
Clostridium
difficile
İlk
Kez Tanındığı Yıl: 1935
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: İshâl
Antibiyotik
Direnci: Düşük
Virülans:
Tehlikeli
“Süper
böcek” olarak adlandırılan bakterilerdendir. “Süper böcek” terimi, birden çok
dirençli gen taşıtan bakterileri tanımlamak için resmî olmayan bir şekilde
kullanılmaktadır. Bu bakteri, insan kolonunda çeşitli komplikasyonlara neden
olan ve ishâl yapan bakterilerdendir. Birçok kez ishâl salgınına neden olmuş ve
bu salgınlarda birçok kişi hayatını kaybetmiştir.
Streptococcus
pyogenes
İlk
Kez Tanındığı Yıl: 1884
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Boğaz Ağrısı, Deri Hastalıkları
Antibiyotik
Direnci: Düşük
Virülans:
Ölümcül
Bu
bakteri, diğer birçok bakteri gibi konağına herhangi bir zarar vermeden onunla
birlikte yaşayabilir. Ancak bazı çeşitli dünya genelinde yılda 700 milyondan
fazla enfeksiyona neden olmuştur. Bu enfeksiyonlar penisilinle kolaylıkla
önlenebilirken bazı bakteri çeşitlerinin penisiline direnç kazandığı ve ondan
etkilenmediği bazı vakalarda görülmüştür.
Burkholderia
cepacia
İlk
Kez Tanındığı Yıl: 1949
Neden
Olduğu Rahatsızlıklar: Zatürree
Antibiyotik
Direnci: Düşük
Virülans:
Endişe Verici
Bu
bakteri türü bazı durumlarda insanlarda oldukça tehlikeli olmaktadır.
Bakterinin bazı çeşitlerinde ekstrem koşullara karşı yüksek direnç
gözlenmiştir. Önceden akciğer hastalığı bulunanlarda çok daha tehlikeli
olabilen bu bakteriye karşı son yıllarda yeni tedavi yöntemleri geliştirilmektedir.
Kaynak:
29 Ocak 2015 Perşembe
Ebola Salgını İçin Yeni Uyarı: Virüs Mutasyona Uğramış Olabilir!
Ebola
Salgını İçin Yeni Uyarı: Virüs Mutasyona Uğramış Olabilir!
Gine’deki
Ebola salgınını gözlemleyen araştırmacılar, bu bölgedeki Ebola salgınına neden
olan virüsün mutasyon geçirdiğini söylüyorlar. Fransa Pasteur Enstitüsünde
görevli olan bilim insanları, bu yeni tip virüslerin daha çok bulaşıcı olup
olmadığını araştırıyorlar. Şu ana dek Gine, Sierra Leone ve Liberya’da 22000’den
fazla kişi Ebolaya yakalanmış, bu hastalardan 8795’i hayatını kaybetmişti.
Bilim
insanları, Gine’deki hastalardan aldıkları yüzlerce kan örneğini virüsün
mutasyonunu ve nasıl değiştiğini öğrenmek için inceleyecek. Alınan örneklerin
analizi sonucunda virüsün hangi koşullarda mutasyona uğradığı ve insan arasında
daha kolay aktarılıp aktarılmayacağı konularının açıklığa kavuşturulması
bekleniyor. Genetikçi Dr. Anavaj Sakuntabhai:
“Bu analiz olabilecek yeni
vakaların teşhisinde ve tedavisinde önem arz ediyor. Ebola ile mücadele
edebilmek için, virüsün genetik yapısının hangi koşullarda ve nasıl değiştiğini
iyi takip edebilmemiz gerekiyor.”
Yüzlerce kan örneği, Ebola virüsünün nasıl değiştiğine dair bilgi edinmek için incelenecek.
Esasında
virüslerin belli bir zaman içerisinde genetik yapısının değişmesi, çok da az
rastlanan bir şey değil. Ebola, bilindiği üzere HIV ya da grip gibi bir RNA
virüsü ve bu tip RNA virüsleri, diğer virüslere göre daha sık ve kolay
mutasyona uğrayabiliyor. Bu mutasyonlar, virüsü, yeni yayılım alanlarına çok
daha adaptif yapabiliyor ve insanlara bulaşma riskini artırabiliyor.
Anavaj
Sakuntabhai;
“Bu mutasyona uğramış olduğunu
düşündüğümüz Ebola virüslerinin neden olduğu birkaç vaka ile karşılaştık, ancak
bunlar asemptomatik, yani hiçbir belirti vermeyen şekildeydi. Bu insanlar,
virüsün çok daha hızlı yayılmasına sebep olabilir, ancak henüz bunu kesin
olarak bilmiyoruz. Virüs daha az ölümcül bir hâl almış, fakat daha kolay bulaşabilecek
duruma gelmiş de olabilir. En çok korktuğumuz nokta, virüsün ölümcüllüğünü
koruyup çok daha bulaşıcı bir duruma gelmesi.”
Nottingham
Üniversitesinde virüs bilimci olan Profesör Jonathan Bell:
“Belirti vermeyen yeni vakaların
görüldüğünü biliyoruz. Ancak bundan daha fazlası görüp görmeyeceğimizi şu
aşamada anlamak zordur. Ebola belirtisi taşıyan hastaların sayısı gün geçtikçe
artabilir, ancak herhangi bir belirtisi görülmeyip bu hastalar çok kolay
kaybedilebilir.”
Gine'de yeni bir salgın başladı ve Sierra Leone ile Liberya'da yayılmaya devam ediyor.
Diğer
bir endişe ise virüsün yayılmak için çok daha geniş alanlar bulması ve hava
yolu ile bulaşabilecek bir yapıya bürünmesi. Ancak bunları kesinlikle iddia edebilmek
için yeterli kanıt yok. Virüsün şu an nasıl bulaştığı hakkında kabul edilen en
geçerli yol, hasta kimsenin vücut sıvıları ile direk temas. Bu nedenle hasta
insanlarla teması kesinlikle kesmemiz gerekiyor.
Araştırmacılar
virüsteki değişiklikleri gözlemek için genetik sıralama adı verilen bir yöntem
kullanıyorlar. Şu ana dek Gine’den alınan 20 kan örneğini bu yöntemde kullanmak
üzere analiz ettiler. Diğer 600 örnek ise önümüzdeki günlerde gönderilmek üzere
laboratuvarlarda bekletiliyor. Bundan önceki bir çalışma, Sierra Leone’de
salgının ilk 24 gününde virüsün dikkate değer bir biçimde mutasyona uğradığını
göstermişti.
Şüphesiz
ki virüslerdeki bu mutasyona uğrayabilme ve kolaylıkla genetik yapının değişme
özelliği, bulaşıcılık, tedaviye ve ilaçlara yanıt verme ve iyileşen hastaların
plazmasının hastalara verilmesi gibi yöntemleri etkiliyor.
Küresel Bir Problem
Araştırma,
ayrıca bilim insanlarına bazı hastaların neden kolaylıkla hayatta kaldığı ve
bazılarının da Ebolaya direnemediği hakkında geniş bir bakış açısı
kazandırıyor. Bu yeni salgında,
hastaların hayatta kalma oranı yaklaşık %40. Yeni araştırmaların, Ebolaya karşı
insanları koruma ve aşı çalışmalarının daha da geliştirilmesine yardım
edebileceği düşünülüyor. Pasteur Enstitüsündeki araştırmacılar, sene sonuna
kadar insanlar üzerinde denenebilecek iki yeni aşı geliştiriyorlar.
Araştırma neden bazı insanların Ebolaya karşı daha dayanıklı olduğunu açıklamakta başarılı olabilir.
Bunlardan
biri yaygın olarak kullanılan kızamık aşısının değiştirilmiş hâli. Bu aşıda
virüsün zararsız formları sağlıklı bireye enjekte ediliyor ve bireyin
immünolojik cevap geliştirmesi bekleniyor. Ebolanın sadece Afrika için değil,
tüm dünya için bir tehdit olduğunu düşünürsek, bu tip bir çalışmanın önemi
ortaya çıkıyor.
Kaynaklar
2. Telegraph
Haber: Necdet Ersöz
26 Ocak 2015 Pazartesi
Popüler Tıp Video Arşivimiz
YouTube kanalımıza ulaşmak için tıklayınız.
YouTube kanalımızdaki tüm videolara ulaşmak için tıklayınız.
YouTube kanalımızdaki video kategorilerimize ulaşmak için tıklayınız.
12 Ocak 2015 Pazartesi
24 Yaşındaki Kadının Bu Yaşına Kadar Beyinciği Olmadan Yaşadığı Öğrenildi!
Albüm: Güncel Tıbbi Haber & Araştırmalar
24 Yaşındaki Kadının Bu Yaşına Kadar Beyinciği Olmadan Yaşadığı Öğrenildi!
24 Yaşındaki Kadının Bu Yaşına Kadar Beyinciği Olmadan Yaşadığı Öğrenildi!
MR taramaları beyincik bölgesindeki boşluğu gösteriyor
Beyincik,
beynin motor öğrenme, konuşma ve denge gibi motor hareketlerinden sorumlu kısmıdır.
Vücudun baş bölgesinin alt tabanında yer alan bu kısım, beynin hacimce yaklaşık
onda birini kaplamasına rağmen, beyindeki toplam nöron sayısının yaklaşık
yarısını oluşturmaktadır ve herhangi bir yaralanma ya da hastalık sebebiyle bu
bölgedeki kısmî hasar, yaygın görülmekle birlikte, bu kısmın doğuştan tamamen
olmaması çok nadir görülmektedir.
Çin’deki
doktorlar, tüm dünyadaki tıp literatüründe dokuzuncu kez görülen, beyinciği
olmadan bir doğum vakası tanımladılar. Bu yeni vaka Brain dergisinde ayrıntılı olarak tanımlandı.
Hastadaki
bu anormal durum, hasta baş dönmesi ve mide bulantısı şikayetiyle hastaneye
geldiğinde anlaşıldı. Hastanede yapılan beyin taramaları ve MR çekimleri,
hastanın beyninde beyincik bölgesindeki anormalliği kolaylıkla ortaya çıkardı
ve hastanın şikayetlerinin nedeni böylece anlaşılmış oldu. Ayrıca, hastanın
geçmişi incelendiğinde, hastanın altı yaşına kadar konuşamadığı ve yedi yaşına
dek yürüyemediği gibi bilgiler de bu durumla paralellik göstermekte. Ve hasta
bu yaşına dek asla normal çocuklar gibi yürüyememiş ve koşamamıştı. Hasta 24
yaşında ve hala bu durumun etkisi devam ediyor ve herhangi bir destek almadan
düzgün bir biçimde yürüyemiyor.
MR taramaları beyincik bölgesinde var olmayan, beyinciğe ait damarları gösteriyor
Yapılan
testler, yani beyincik bölgesi olmadan yaşamak, hastanın, kelime dağarcığında
herhangi bir problem olmamasına rağmen, neden düzgün bir anlatım, konuşma
akıcılığına sahip olmadığını da gösteriyor. Hasta konuşurken sesi titrek,
kelimeleri yuvarlak ve ses tonu sert çıkıyor.
Peki
hastanın beyinciğinin olması gereken yerde ne vardı? Hastanın bu bölgesini
serebrospinal sıvı adı verilen bir beyin sıvısı doldurmuş durumda. Sıvının
kimyasal içeriği incelendiğinde ise her şey normal görünüyor, ancak bulunduğu
yerden ötürü basıncı biraz yüksek. İlk ölçümler sıvı basıncının 210 mm H2O
olduğunu gösteriyor. Normal basınç değerleri ise 70-180 mm H2O
arasında kabul ediliyor. Hasta bu yüzden öncelikle beyindeki fazla sıvının yok
edilmesine yönelik bir dehidrasyon tedavisi gördü.
Böyle
bir durumun oldukça nadir görülmesinden ötürü, araştırmacılar, hastalık
hakkında çok daha detaylı bilgilere ulaşamıyorlar. Beyincikte anormalliklere
sebep olan 30 kadar mutasyonun bilinmesine karşın beyinciğin tamamen var
olmadan bir doğumun kesin bir nedenini anlamak zor görünüyor.
Kaynaklar:
1. IFLScience
3. Brain
8 Ocak 2015 Perşembe
Aksiyon oyunları oynamak, öğrenme sürecimize olumlu etki yapıyor
Albüm: Güncel Tıbbi Haber & Araştırmalar
Aksiyon oyunları oynamak, öğrenme sürecimize olumlu etki yapıyor
Aksiyon oyunları oynamak, öğrenme sürecimize olumlu etki yapıyor
Yeni
bir araştırma, aksiyon oyunlarının yalnızca oyundaki becerilerimizi
geliştirmekle kalmayıp daha genel olarak öğrenme kapasitemizi artırdığını
ortaya koyuyor. Rochester Üniversitesi’nden araştırma ve bilişsel bilimler
alanlarında profesör Daphne Bavelier:
“Ekibimiz tarafından yapılan önceki
çalışma, aksiyon oyunları oynayanların birçok konuda başarılı olduğunu
gösteriyordu. Biz bu araştırmada onların, öğrenmede daha iyi olmalarından ötürü
birçok konuda başarılı olduklarını gösterdik. Hızlı ve tempolu oyunlar,
oynayanların öğrenme kapasitelerinde olumlu bir etki yapıyor.”
Bavelier’e
göre beynimiz, belirli bir akış halinde ilerleyen olaylarda, ileride ne
olacağını tahmin etme yetisine sahip. Bu tahmin yetisini artırmak için
beynimiz, sabit modeller ya da kalıplar inşa ediyor. Daha iyi bir kalıp, daha
iyi bir beyin performansı sağlıyor. İşte aksiyon oyunları, bu tip bir kalıbın
inşasını olumlu yönde besliyor.
Aksiyon
Oyunları Oynayanlar ve Oynamayanlar
PNAS’ta
yayımlanan bu yeni çalışmada, Bavelier ve ekibi, aksiyon oyunu oynayanları ve
oynamayanların görsel performansını test etmek için şekilleri ayırt etmeye
yönelik belirli kalıplar kullandılar. Bu karşılaştırmaya göre, aksiyon oyunu
oynayanların daha yüksek bir performans gösterdiği tespit edildi. Bu tespitten
sonra ekip, bu oyunları oynayan kişilerin, oyundan bağımsız bir şekilde daha
iyi bir performans gösterip göstermediğini test etmek için başka bir deney daha
yürüttü.
Çalışmada,
bu tip oyunları çok az oynayan kişiler toplandı ve yaklaşık dokuz hafta boyunca
toplam 50 saat aksiyon oyunları ve aksiyon içermeyen oyunlar, örneğin Call of
Duty ve The Sims gibi, kendilerine oynatıldı.
Bu
sürecin sonunda gözlemciler, oyuncular arasında şekilleri ayırt etme, görsel
hafıza gibi yönlerden farklılıkları bulmaya başladılar. Bulgulara göre, aksiyon
oyunları oynayanlar, şekilleri ayırt etme ve görselleri öğrenme açılarından,
kontrol grubuna göre, yani oynamayanlara göre, daha başarılı oldular. Bu
çalışmanın ardından gözlemciler, bu süreci tetikleyen nörolojik mekanizmaları
tanımlama işine koyuldular.
Ölçme Öğrenme
Daha
iyi öğrenmekten tam olarak anlaşılması gereken şey, bu çalışmada, daha iyi
modeller üretmek, ve dolayısıyla daha iyi bir performans göstermek. Aksiyon
oyunlarını oynayanlar tam da bunu yapıyor.
Araştırmacılar
ayrıca bu tip bir öğrenmenin kalıcı bir etkisi olduğunu vurguladılar. Bunu da
daha sonraki aylarda aynı deneyleri tekrarlayarak, fakat bu sefer bu geçen
sürede aksiyon oyunu oynatmadan gerçekleştirdiler. Bu süre sonunda da aynı
olumlu etkiler, tıpkı önceki deneyde olduğu gibi gözlendi.
Araştırma Referansı
- Vikranth R. Bejjanki, Ruyuan Zhang, Renjie Li, Alexandre Pouget, C. Shawn Green, Zhong-Lin Lu, and Daphne Bavelier. Action video game play facilitates the development of better perceptual templates. PNAS, November 10, 2014 DOI: 10.1073/pnas.1417056111
Kaynaklar:
1.
ScienceDaily
2.
Pnas.org
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)