28 Şubat 2015 Cumartesi

Dünya’nın İlk Mikroorganizma Müzesi Micropia!

Albüm: 

Dünya’nın İlk Mikroorganizma Müzesi Micropia!

Micropia, Dünya’nın ilk mikroorganizma müzesi olarak “Görünmezi Gösterir” sloganıyla mikroskop altındaki yaşama ışık tutuyor, vücudumuzda yaşayan bakterilerden kullandığımız eşyalara kadar her türlü nesnede bulunan canlılığı ziyaretçilerine sunuyor.

Micropia'nın girişi ve ilk katı

Micropia Müzesi, geçtiğimiz Ekim ayında Amsterdam’da yaklaşık 10 Milyon Euro maliyetle bir hayvanat bahçesinin bünyesinde açılmıştı. Peki müzede neler var?

Müzeye ilk girdiğinizde sizi tıpkı bilimsel bir laboratuvara benzeyen, mikroskoplar ve deney araçlarla dolu karartılmış bir salon karşılıyor. Burada oldukça ilginç uygulamalar da var. Örneğin bir vücut tarayıcısıyla vücudunuz hangi bölgesinde hangi tür bakterilerin yaşadığını görebiliyor, bir öpüşme esnasında ne kadar bakterinizi karşı tarafa “bulaştırdığınızı” sayabiliyorsunuz. Ayrıca evimizde her gün oldukça steril olduklarını düşünüp kullandığımız pek çok araç gerecin üzerinde ya da yediğimiz yiyeceklerle birlikte yaşayan mikroorganizmaları da görebiliyorsunuz.

Micropia'da mikroorganizmalarla oldukça farklı şekillerde çalışabiliyorsunuz.

Müzede yalnızca bakterileri değil, fungiler, virüs ve alglere kadar pek çok çeşit mikroorganizmayı inceleme şansını elde ediyorsunuz. Bu incelemeler sırasında hangi mikroorganizmanın günlük yaşamımızda hangi fonksiyonu yerine getirdiğini araştırıp bu mikroorganizmaların yaşam için ne kadar gerekli olduğunu hissedebiliyorsunuz.

Micropia'da ayrıca mikroorganizma sergisini gezebilirsiniz.

Müzenin bir de web sitesi var, ziyaret etmek isteyenler ya da mikrobiyolojik çalışmalarla ilgili çalışmaları takip etmek isteyenler için oldukça dinamik, güncel ve renkli bir içerik sunuyor.  

Kaynak:

1.      Euronews
2.      Amsterdam Tips

3.      Micropia

12 Şubat 2015 Perşembe

Ebola Virüsü Hakkında İlginç Bilgiler

 Albüm: Nasıldır? (Tıpla İlgili Geriye Kalan Her Şey)

Ebola Virüsü Hakkında İlginç Bilgiler

Ebola virüsünün elektron mikroskobundaki görüntüsü

1.   Mikrobiyolojide virüsler, taşıdıkları genomun artı veya eksi iplikli olmalarına göre ayrılabilirler. Ebola virüsü, eksi iplikli RNA taşır; ayrıca viral zarfa ve matrixe sahiptir.

2.   Ebola, ilk kez 1976 yılında Sudan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde eş zamanlı olarak başlayan iki salgında görülmüş ve tanınmıştır. Bu salgınlarda her iki ülkede toplam 431 kişi hayatını kaybetmiştir.

3.   Ebola virüsünün neden olduğu bu salgınlarda, ölüm oranı yaklaşık %90’dır.

4.   Ebola virüsü hava yoluyla bulaşan bir hastalık etmeni değildir. Ebola virüsü, insanlara yabani hayvanlarla temas yoluyla ya da hastalığa sahip insanlarla direk temas sonucu yayılabilmektedir.

5.   Ebola virüsünün laboratuvardaki ilk görüntüsü 1976 yılında 160000x büyütmeli olarak kaydedilmiştir.

6.   Ebola virüsünün bilinen 5 suşu vardır. Suş, mikrobiyolojide aynı bakteri veya virüs türünün farklı genetik yapı gösteren alttürleri ya da gruplarına verilen isimdir. Suşlar arasında morfolojik, fizyolojik ve ilaçlara karşı direnç yönlerinden farklılıklar gözlenebilir: Ebola virüsünün suşları şu şekildedir:

-       Ebola Gabon
-       Ebola Reston
-       Ebola Zaire
-       Ebola Sudan
-       Ebola Ivory Coast

Bu suşlardan dört tanesi insan ve diğer hayvanlarda ölümcül hastalık etmenidir, sadece Reston virüsü insanlarda hastalık oluşturmayıp bazı hayvanlarda hastalığa neden olabilmektedir. Ebola Zaire, ilk keşfedilen Ebola virüsüdür, bu nedenle Zaire ebolavirus olarak isimlendirilmiştir.

7.   Tipik olarak virüs vücuda girdikten yaklaşık 8-10 gün sonra ilk semptomlar görülmeye başlamaktadır. Ancak virüsün kuluçka süresi 3 haftaya dek uzayabilmektedir.

8.   Ebola, ölüm oranı en yüksek hastalıkların başında geldiğinden, Ebola virüsü Dünya Sağlık Örgütü tarafından biyolojik ajanların listelendiği potansiyel tehlike içeren mikroorganizma grupları içerisine dahil edilmiştir.

Kaynaklar


11 Şubat 2015 Çarşamba

Antibiyotiğe Dirençli En Tehlikeli 10 Bakteri





Antimikrobik rezistans, hastalık ve enfeksiyon nedeni olan mikroorganizmaların, bu hastalıkları önleyici çeşitli ilaç ve tedavi yöntemlerine karşı geliştirdikleri, kendilerini koruma ve nesillerini devam ettirme amaçlı dirençtir. Bakteriler de bu tip mikroorganizmalar olarak kendilerini korumak için bu tip bir direnç geliştirebilirler. Örneğin, bakterilere karşı kullanılan en etkili savunma yöntemlerinden biri olan antibiyotiklere karşı bakteriler bir çeşit direnç kazanırlar. Buna antibiyotik rezistansı denilmektedir.

Aşağıdaki liste, bu şekilde direnç kazanmış bakterileri göstermektedir. Bu bakteriler günümüzde insanlar için tehdit unsuru oluşturmaktadır.

Escherichia coli (E. coli)

İlk kez tanındığı yıl: 1895
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: İshâl, İdrar Yolu Enfeksiyonu, Menenjit
Antibiyotik Direnci: Yüksek
Virülans: Endişe Verici

Aslında pek çok E. coli bakterisi insanlar için zararsız ve sindirim sisteminde herhangi bir rahatsızlığa sebep olmadan yaşayabilmektedir. Ancak bazı çeşitleri çok ciddi rahatsızlıklara neden olmakta; menenjit ve enfeksiyonlara neden olduğu kadar besin zehirlenmelerinde de etkili olabilmektedir. E. coli bakterilerinin bazılarında antibiyotiklere karşı direnç geliştiği gözlenmiştir. Bilinçsiz antibiyotik tüketiminin bu bakterilerin dirençlerini artırabileceği ve hastalık yapma potansiyellerinin yükselebileceği belirtilmektedir.

Acinetobacter baumannii

İlk kez tanındığı yıl: 1911
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Zatürree, Menenjit, İdrar Yolu Enfeksiyonu
Antibiyotik Direnci: Yüksek
Virülans: Endişe Verici

Bu bakteri türü birçok antibiyotiğe karşı dirençli hâle geldi ve şu anda en zor şartlarda dahi hayatta kalabilecek özelliklere sahip olduğu belirtiliyor. Bu nedenle bağışıklık sistemi güçlü olmayan hastalarda bu bakterilerle mücadele etmenin oldukça zor olduğu söyleniyor.

Staphylococcus aureus (MRSA)

İlk kez tanındığı yıl: 1884
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Nekrotizan fasiit (Et Yiyen Bakteri Hastalığı),
Antibiyotik Direnci: Orta
Virülans: Tehlikeli

Sıklıkla MRSA olarak bilinen (metisilin direncine vurgu yapmak üzere) bu bakteri türü, insanlar arasındaki fiziksel temasla çok kolay yayılabilir ve özellikle deride ölümcül olabilen bazı hastalıklara neden olabilir. Sıklıkla penisilin türevi antibiyotiklerle engellenmeye çalışıldığından 1960 yılına kadar hasta örneklerindeki bakterilerin % 80 gibi bir miktarının antibiyotiklere direnç kazandığı bilinmektedir. Bu yıldan itibaren bakterinin direncinin bir miktar arttığı söylenmektedir.

Mycobacterium tuberculosis

İlk kez tanındığı yıl: 1882
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Verem (Tüberküloz)
Antibiyotik Direnci: Orta
Virülans: Ölümcül

Verem hastalığı, yıllarca farklı isimlerle farklı dönemlerde anılmış, tarihte çok önemli salgınlar sonucu ölümlere neden olmuş, yaklaşık 9000 bin yıl önce dahi varlığı bilinen çok eski ve ölümcül bir hastalıktır. M.Ö 1300 yıllarında Mısır kraliçesi Nefertiti’nin veremden öldüğüne inanılmaktadır. Hastalığın görülme sıklığı genel olarak düşmekle birlikte, neden olan mikobakterinin antibiyotik direncinin özellikle son 20 yılda arttığı düşünülmektedir.

Neisseria gonorrhoeae

İlk Kez Tanındığı Yıl: 1885
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Belsoğukluğu (Gonore)
Antibiyotik Direnci: Orta
Virülans: Endişe Verici

Belsoğukluğu, cinsel temasla bulaşan ve hem kadınlarda hem erkeklerde üreme bölgelerinde enfeksiyona neden olan tehlikeli bir hastalıktır. Bu hastalığa neden olan bakterinin 50 yıl boyunca antibiyotiklere direnç kazanacak şekilde evrimleştiği gösterilmiştir. Bu nedenle hastalığın tedavisinde çok kez farklı antibiyotikler kullanılmıştır.

Klebsiella pneumoniae

İlk Kez Tanındığı Yıl: 1886
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Akciğer hastalıkları, Zatürree
Antibiyotik Direnci: Orta
Virülans: Endişe Verici


Bu bakterinin birçok enfeksiyona neden olduğu ve antibiyotiklere karşı önemli bir direnç kazandığı kanıtlanmıştır. Çoğunlukla orta yaşlı ve bağışıklık sistemi güçlü olmayan erkek bireylerde tehlike yaratmakta ve oportünist özelliği ortaya çıkmaktadır. Oportünist bakteriler, normal şartlarda hastalık etkeni olmadan, yaşadığı konağın bağışıklık sistemi zayıfladığında farklı bölgelerde farklı şekillerde hastalık meydana getirebilen bakterilerdir.

Pseudomonas aeruginas

İlk Kez Tanındığı Yıl: 1872
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Zatürree, Çeşitli Enfeksiyonlar
Antibiyotik Direnci: Orta
Virülans: Endişe Verici
Hızlı mutasyona uğrayabilme yeteneği, farklı koşullara kolay uyum sağlayabilmesi ve antibiyotik tedavilerine karşı sıklıkla direnç kazanması, bu bakteriyi önemli kılmaktadır. Bu bakteri AIDS, Kanser ve sistik fibrozis gibi ölümcül hastalıklara sahip bireylerde ciddi komplikasyonlara neden olmakta, bu nedenle “oportünist” olarak nitelendirilmektedir. Bu bakteriyle mücadelenin zor olması, önümüzdeki yıllarda hastalıklarla mücadele noktasında insanlık için önemli bir tehdit unsuru oluşturmaktadır.

Clostridium difficile

İlk Kez Tanındığı Yıl: 1935
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: İshâl
Antibiyotik Direnci: Düşük
Virülans: Tehlikeli

“Süper böcek” olarak adlandırılan bakterilerdendir. “Süper böcek” terimi, birden çok dirençli gen taşıtan bakterileri tanımlamak için resmî olmayan bir şekilde kullanılmaktadır. Bu bakteri, insan kolonunda çeşitli komplikasyonlara neden olan ve ishâl yapan bakterilerdendir. Birçok kez ishâl salgınına neden olmuş ve bu salgınlarda birçok kişi hayatını kaybetmiştir.

Streptococcus pyogenes

İlk Kez Tanındığı Yıl: 1884
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Boğaz Ağrısı, Deri Hastalıkları
Antibiyotik Direnci: Düşük
Virülans: Ölümcül

Bu bakteri, diğer birçok bakteri gibi konağına herhangi bir zarar vermeden onunla birlikte yaşayabilir. Ancak bazı çeşitli dünya genelinde yılda 700 milyondan fazla enfeksiyona neden olmuştur. Bu enfeksiyonlar penisilinle kolaylıkla önlenebilirken bazı bakteri çeşitlerinin penisiline direnç kazandığı ve ondan etkilenmediği bazı vakalarda görülmüştür.

Burkholderia cepacia

İlk Kez Tanındığı Yıl: 1949
Neden Olduğu Rahatsızlıklar: Zatürree
Antibiyotik Direnci: Düşük
Virülans: Endişe Verici

Bu bakteri türü bazı durumlarda insanlarda oldukça tehlikeli olmaktadır. Bakterinin bazı çeşitlerinde ekstrem koşullara karşı yüksek direnç gözlenmiştir. Önceden akciğer hastalığı bulunanlarda çok daha tehlikeli olabilen bu bakteriye karşı son yıllarda yeni tedavi yöntemleri geliştirilmektedir.

Kaynak:

1.      MicrobiologyWorld


29 Ocak 2015 Perşembe

Ebola Salgını İçin Yeni Uyarı: Virüs Mutasyona Uğramış Olabilir!


Ebola Salgını İçin Yeni Uyarı: Virüs Mutasyona Uğramış Olabilir!

Gine’deki Ebola salgınını gözlemleyen araştırmacılar, bu bölgedeki Ebola salgınına neden olan virüsün mutasyon geçirdiğini söylüyorlar. Fransa Pasteur Enstitüsünde görevli olan bilim insanları, bu yeni tip virüslerin daha çok bulaşıcı olup olmadığını araştırıyorlar. Şu ana dek Gine, Sierra Leone ve Liberya’da 22000’den fazla kişi Ebolaya yakalanmış, bu hastalardan 8795’i hayatını kaybetmişti.

Bilim insanları, Gine’deki hastalardan aldıkları yüzlerce kan örneğini virüsün mutasyonunu ve nasıl değiştiğini öğrenmek için inceleyecek. Alınan örneklerin analizi sonucunda virüsün hangi koşullarda mutasyona uğradığı ve insan arasında daha kolay aktarılıp aktarılmayacağı konularının açıklığa kavuşturulması bekleniyor. Genetikçi Dr. Anavaj Sakuntabhai:

“Bu analiz olabilecek yeni vakaların teşhisinde ve tedavisinde önem arz ediyor. Ebola ile mücadele edebilmek için, virüsün genetik yapısının hangi koşullarda ve nasıl değiştiğini iyi takip edebilmemiz gerekiyor.”

Yüzlerce kan örneği, Ebola virüsünün nasıl değiştiğine dair bilgi edinmek için incelenecek.

Esasında virüslerin belli bir zaman içerisinde genetik yapısının değişmesi, çok da az rastlanan bir şey değil. Ebola, bilindiği üzere HIV ya da grip gibi bir RNA virüsü ve bu tip RNA virüsleri, diğer virüslere göre daha sık ve kolay mutasyona uğrayabiliyor. Bu mutasyonlar, virüsü, yeni yayılım alanlarına çok daha adaptif yapabiliyor ve insanlara bulaşma riskini artırabiliyor.

Anavaj Sakuntabhai;

“Bu mutasyona uğramış olduğunu düşündüğümüz Ebola virüslerinin neden olduğu birkaç vaka ile karşılaştık, ancak bunlar asemptomatik, yani hiçbir belirti vermeyen şekildeydi. Bu insanlar, virüsün çok daha hızlı yayılmasına sebep olabilir, ancak henüz bunu kesin olarak bilmiyoruz. Virüs daha az ölümcül bir hâl almış, fakat daha kolay bulaşabilecek duruma gelmiş de olabilir. En çok korktuğumuz nokta, virüsün ölümcüllüğünü koruyup çok daha bulaşıcı bir duruma gelmesi.”

Nottingham Üniversitesinde virüs bilimci olan Profesör Jonathan Bell:

“Belirti vermeyen yeni vakaların görüldüğünü biliyoruz. Ancak bundan daha fazlası görüp görmeyeceğimizi şu aşamada anlamak zordur. Ebola belirtisi taşıyan hastaların sayısı gün geçtikçe artabilir, ancak herhangi bir belirtisi görülmeyip bu hastalar çok kolay kaybedilebilir.”

Gine'de yeni bir salgın başladı ve Sierra Leone ile Liberya'da yayılmaya devam ediyor.

Diğer bir endişe ise virüsün yayılmak için çok daha geniş alanlar bulması ve hava yolu ile bulaşabilecek bir yapıya bürünmesi. Ancak bunları kesinlikle iddia edebilmek için yeterli kanıt yok. Virüsün şu an nasıl bulaştığı hakkında kabul edilen en geçerli yol, hasta kimsenin vücut sıvıları ile direk temas. Bu nedenle hasta insanlarla teması kesinlikle kesmemiz gerekiyor.

Araştırmacılar virüsteki değişiklikleri gözlemek için genetik sıralama adı verilen bir yöntem kullanıyorlar. Şu ana dek Gine’den alınan 20 kan örneğini bu yöntemde kullanmak üzere analiz ettiler. Diğer 600 örnek ise önümüzdeki günlerde gönderilmek üzere laboratuvarlarda bekletiliyor. Bundan önceki bir çalışma, Sierra Leone’de salgının ilk 24 gününde virüsün dikkate değer bir biçimde mutasyona uğradığını göstermişti.

Şüphesiz ki virüslerdeki bu mutasyona uğrayabilme ve kolaylıkla genetik yapının değişme özelliği, bulaşıcılık, tedaviye ve ilaçlara yanıt verme ve iyileşen hastaların plazmasının hastalara verilmesi gibi yöntemleri etkiliyor.

Küresel Bir Problem

Araştırma, ayrıca bilim insanlarına bazı hastaların neden kolaylıkla hayatta kaldığı ve bazılarının da Ebolaya direnemediği hakkında geniş bir bakış açısı kazandırıyor.  Bu yeni salgında, hastaların hayatta kalma oranı yaklaşık %40. Yeni araştırmaların, Ebolaya karşı insanları koruma ve aşı çalışmalarının daha da geliştirilmesine yardım edebileceği düşünülüyor. Pasteur Enstitüsündeki araştırmacılar, sene sonuna kadar insanlar üzerinde denenebilecek iki yeni aşı geliştiriyorlar.

Araştırma neden bazı insanların Ebolaya karşı daha dayanıklı olduğunu açıklamakta başarılı olabilir.

Bunlardan biri yaygın olarak kullanılan kızamık aşısının değiştirilmiş hâli. Bu aşıda virüsün zararsız formları sağlıklı bireye enjekte ediliyor ve bireyin immünolojik cevap geliştirmesi bekleniyor. Ebolanın sadece Afrika için değil, tüm dünya için bir tehdit olduğunu düşünürsek, bu tip bir çalışmanın önemi ortaya çıkıyor.

Kaynaklar

1.      BBC News Health

2.      Telegraph

Haber: Necdet Ersöz

26 Ocak 2015 Pazartesi

Popüler Tıp Video Arşivimiz


YouTube kanalımıza ulaşmak için tıklayınız.

YouTube kanalımızdaki tüm videolara ulaşmak için tıklayınız.

YouTube kanalımızdaki video kategorilerimize ulaşmak için tıklayınız.

12 Ocak 2015 Pazartesi

24 Yaşındaki Kadının Bu Yaşına Kadar Beyinciği Olmadan Yaşadığı Öğrenildi!

Albüm: Güncel Tıbbi Haber & Araştırmalar

24 Yaşındaki Kadının Bu Yaşına Kadar Beyinciği Olmadan Yaşadığı Öğrenildi!

MR taramaları beyincik bölgesindeki boşluğu gösteriyor

Beyincik, beynin motor öğrenme, konuşma ve denge gibi motor hareketlerinden sorumlu kısmıdır. Vücudun baş bölgesinin alt tabanında yer alan bu kısım, beynin hacimce yaklaşık onda birini kaplamasına rağmen, beyindeki toplam nöron sayısının yaklaşık yarısını oluşturmaktadır ve herhangi bir yaralanma ya da hastalık sebebiyle bu bölgedeki kısmî hasar, yaygın görülmekle birlikte, bu kısmın doğuştan tamamen olmaması çok nadir görülmektedir.

Çin’deki doktorlar, tüm dünyadaki tıp literatüründe dokuzuncu kez görülen, beyinciği olmadan bir doğum vakası tanımladılar. Bu yeni vaka Brain dergisinde ayrıntılı olarak tanımlandı.

Hastadaki bu anormal durum, hasta baş dönmesi ve mide bulantısı şikayetiyle hastaneye geldiğinde anlaşıldı. Hastanede yapılan beyin taramaları ve MR çekimleri, hastanın beyninde beyincik bölgesindeki anormalliği kolaylıkla ortaya çıkardı ve hastanın şikayetlerinin nedeni böylece anlaşılmış oldu. Ayrıca, hastanın geçmişi incelendiğinde, hastanın altı yaşına kadar konuşamadığı ve yedi yaşına dek yürüyemediği gibi bilgiler de bu durumla paralellik göstermekte. Ve hasta bu yaşına dek asla normal çocuklar gibi yürüyememiş ve koşamamıştı. Hasta 24 yaşında ve hala bu durumun etkisi devam ediyor ve herhangi bir destek almadan düzgün bir biçimde yürüyemiyor.

MR taramaları beyincik bölgesinde var olmayan, beyinciğe ait damarları gösteriyor

Yapılan testler, yani beyincik bölgesi olmadan yaşamak, hastanın, kelime dağarcığında herhangi bir problem olmamasına rağmen, neden düzgün bir anlatım, konuşma akıcılığına sahip olmadığını da gösteriyor. Hasta konuşurken sesi titrek, kelimeleri yuvarlak ve ses tonu sert çıkıyor.

Peki hastanın beyinciğinin olması gereken yerde ne vardı? Hastanın bu bölgesini serebrospinal sıvı adı verilen bir beyin sıvısı doldurmuş durumda. Sıvının kimyasal içeriği incelendiğinde ise her şey normal görünüyor, ancak bulunduğu yerden ötürü basıncı biraz yüksek. İlk ölçümler sıvı basıncının 210 mm H2O olduğunu gösteriyor. Normal basınç değerleri ise 70-180 mm H2O arasında kabul ediliyor. Hasta bu yüzden öncelikle beyindeki fazla sıvının yok edilmesine yönelik bir dehidrasyon tedavisi gördü.

Böyle bir durumun oldukça nadir görülmesinden ötürü, araştırmacılar, hastalık hakkında çok daha detaylı bilgilere ulaşamıyorlar. Beyincikte anormalliklere sebep olan 30 kadar mutasyonun bilinmesine karşın beyinciğin tamamen var olmadan bir doğumun kesin bir nedenini anlamak zor görünüyor.

Kaynaklar:

1.      IFLScience
2.      New Scientist
3.      Brain



8 Ocak 2015 Perşembe

Aksiyon oyunları oynamak, öğrenme sürecimize olumlu etki yapıyor

Albüm: Güncel Tıbbi Haber & Araştırmalar

Aksiyon oyunları oynamak, öğrenme sürecimize olumlu etki yapıyor


Yeni bir araştırma, aksiyon oyunlarının yalnızca oyundaki becerilerimizi geliştirmekle kalmayıp daha genel olarak öğrenme kapasitemizi artırdığını ortaya koyuyor. Rochester Üniversitesi’nden araştırma ve bilişsel bilimler alanlarında profesör Daphne Bavelier:

“Ekibimiz tarafından yapılan önceki çalışma, aksiyon oyunları oynayanların birçok konuda başarılı olduğunu gösteriyordu. Biz bu araştırmada onların, öğrenmede daha iyi olmalarından ötürü birçok konuda başarılı olduklarını gösterdik. Hızlı ve tempolu oyunlar, oynayanların öğrenme kapasitelerinde olumlu bir etki yapıyor.”

Bavelier’e göre beynimiz, belirli bir akış halinde ilerleyen olaylarda, ileride ne olacağını tahmin etme yetisine sahip. Bu tahmin yetisini artırmak için beynimiz, sabit modeller ya da kalıplar inşa ediyor. Daha iyi bir kalıp, daha iyi bir beyin performansı sağlıyor. İşte aksiyon oyunları, bu tip bir kalıbın inşasını olumlu yönde besliyor.

Aksiyon Oyunları Oynayanlar ve Oynamayanlar

PNAS’ta yayımlanan bu yeni çalışmada, Bavelier ve ekibi, aksiyon oyunu oynayanları ve oynamayanların görsel performansını test etmek için şekilleri ayırt etmeye yönelik belirli kalıplar kullandılar. Bu karşılaştırmaya göre, aksiyon oyunu oynayanların daha yüksek bir performans gösterdiği tespit edildi. Bu tespitten sonra ekip, bu oyunları oynayan kişilerin, oyundan bağımsız bir şekilde daha iyi bir performans gösterip göstermediğini test etmek için başka bir deney daha yürüttü.

Çalışmada, bu tip oyunları çok az oynayan kişiler toplandı ve yaklaşık dokuz hafta boyunca toplam 50 saat aksiyon oyunları ve aksiyon içermeyen oyunlar, örneğin Call of Duty ve The Sims gibi, kendilerine oynatıldı.

Bu sürecin sonunda gözlemciler, oyuncular arasında şekilleri ayırt etme, görsel hafıza gibi yönlerden farklılıkları bulmaya başladılar. Bulgulara göre, aksiyon oyunları oynayanlar, şekilleri ayırt etme ve görselleri öğrenme açılarından, kontrol grubuna göre, yani oynamayanlara göre, daha başarılı oldular. Bu çalışmanın ardından gözlemciler, bu süreci tetikleyen nörolojik mekanizmaları tanımlama işine koyuldular.

Ölçme Öğrenme

Daha iyi öğrenmekten tam olarak anlaşılması gereken şey, bu çalışmada, daha iyi modeller üretmek, ve dolayısıyla daha iyi bir performans göstermek. Aksiyon oyunlarını oynayanlar tam da bunu yapıyor.
Araştırmacılar ayrıca bu tip bir öğrenmenin kalıcı bir etkisi olduğunu vurguladılar. Bunu da daha sonraki aylarda aynı deneyleri tekrarlayarak, fakat bu sefer bu geçen sürede aksiyon oyunu oynatmadan gerçekleştirdiler. Bu süre sonunda da aynı olumlu etkiler, tıpkı önceki deneyde olduğu gibi gözlendi.

Araştırma Referansı

  1. Vikranth R. Bejjanki, Ruyuan Zhang, Renjie Li, Alexandre Pouget, C. Shawn Green, Zhong-Lin Lu, and Daphne Bavelier. Action video game play facilitates the development of better perceptual templatesPNAS, November 10, 2014 DOI: 10.1073/pnas.1417056111

Kaynaklar:

1.      ScienceDaily

2.      Pnas.org